Distopya denildiğinde akla gelen ilk eserlerden birisi elbette George Orwell’in 1984 isimli nadide eseri olacaktır. Gelin ona bir de karanlığı kurmayı seven birisinin gözünden bakın.
Öncelikle kitabı yeni okuduğumu söyleyeyim. Sizlere geçmişten kalma hatıralar üzerine bir inceleme yazmayacağım kısacası. Peki, nasıl oluyor da birisi distopya kurgucusu olduğunu söylerken 1984’ü okumamış olabiliyor? İzin verin ne Camus’nün Yabancı’sının ne de Kafka’nın Dava’sının durumuna düşeyim. Size kendimi savunayım. Her ne kadar kendi karanlığımı yaratmaya bayılsam da, başkalarının karanlıkları içerisinde çok rahatsız hissediyorum. Bu yüzden ne atmosferi karanlık oyunlar ne de distopik eserleri tüketemiyorum. Filmler, diziler, kitaplar benim için başlarından kendimi berbat hissederek kalktığım şeyler olmasınlar istiyorum. Bu yüzden de sevgili Beril Özge Danacı‘nın yoğun baskılarına rağmen 1984’ü de okumayı uzun süre erteleyebildim.
Kısacık Ben
Kendimden çok kısa bahsetmeliyim. Herhangi bir matbu eserim bulunmuyor. Yarattığım pek çok distopya olsa da bu kurgular çoğunlukla kamera karşısı için senaryo haline getiriliyor ya da fikir aşamasında kalıyor. Övünmek gibi olmasın ama ben de yazdığım küçük karamsarlıklarla insanları üzmeyi başarabiliyorum. Yine de birazdan söyleyeceğim gibi, daha pembe bir dünyada yaşayan tarihin küçük çocuğuyum. Dolayısıyla karamsarlığım çoğunlukla daha olay bazlı ve yarattığım evrenlerin konu başlıkları daha mümkün geliyor kulağa.
Karanlıkları Kurmak İçin Harika Bir Yaşam
Wikipedia sayfasından da öğrenebilirsiniz ancak Orwell 1902 yılında doğuyor ve 1950 yılında aramızdan ayrılıyor. Yani hayat serüveninde aklını kullanabilmeye başladığı ilk yıllarda I. Dünya Savaşı’nı görüyor, gözlerini yummadan son gördüğü şeylerden birisi de II. Dünya Savaşı’nı bitirmek için kullanılan atom bombası. Şimdi bu adam distopya yazmasın da kim yazsın? Bana sorsanız dünyanın en karanlık yarım asrı diyebileceğim bu yıllara hallice kısa ömrünü sığdıran George Orwell da zaten 1984’ü, ufak bir sayı oyunuyla 1948 yılında kaleme alıyor. Elbette bütün tebrik yaşadığı döneme ait olmamalı. Gerçekten yaratıcı, leziz bir kalem var ortada.
Sevinç Naraları Savurdum Sağıma Soluma
Kitap ve yazarla ilgili sevindirdiğini söyleyebileceğim son şeyi de söyleyeyim de incelemeye geçeyim. Kitap ağır bir Sosyalizm eleştirisi olsa da Orwell bir komünist. Kendisi Britanya’nın Hindistan’da görev alan bir polisiyken istifa ediyor. Buna neden mi sevindim? İnsan sahip olduğu görüşü de sivri bir kalemle eleştirebilmeli. Doğrunun içindeki yanlışla, en objektif sözlerle savaşabilmeli. Sanırım 1984’ü bu kadar güzel kılan şey de tam olarak bu. Onu yapay ve yapmacık propaganda filmlerinden, kitaplarından ayıran şey, eleştirinin tam da içeriden geliyor olması. Başlangıçta “Propaganda kitabı gibi hissettiriyor” demiştim Özge Hanım’a, biyografisini hızlıca bir gözden geçirdiğimdeyse parlayan gözlerimle sevindirik oldum. Kitabın bütün havası değişti bunun ardından benim için.
Betimlemelerin Böylesine Can Kurban
Belki yazılmış en güzel distopya eseri olmayabilir 1984. Ancak kesinlikle harika betimlemelerinin olduğunu söyleyebiliriz. Yapılan her tanım, aklınızda evreni oluşturduğunuz tuğlalara bir yenisini daha ekliyor. O gri Havaşeridi Bir yavaş yavaş gözünüzün önünde beliriyor. Winston Smith’i kitabı okuyan herkesin fikirleriyle bir robot resme dökmek istesek, kolektif bir içe sinme yaşayacağımızdan adım gibi eminim ben.
Uzun betimlemeleri sevmediğimi düşünürdüm hep. Sanki betimleme işini bir tek Yaşar Kemal biliyordu da öğretememişti diğer yazarlara şu işi. İşte bu kitap benim bu fikrimi de değiştirmemi sağladı. O uzun betimlemelerde her şey yerli yerindeydi.
Kitabın İçindeki O Kitap
Benim favori bölümüm Winston’un eline geçen Goldstein’ın kitabını okuduğu yerler oldu kesinlikle. Evreni tüm berraklığıyla açıklayan bu kitap, neden sonuç ilişkilerini öyle güçlü öyle sağlam kuruyordu ki kafamdaki soru işaretlerinin neredeyse tamamını ortadan kaldırmayı başardı. Okurken hem George Orwell’in zekasına, hem de yaratıcılığına mest oldum defalarca. Elbette bir de O’Brien ve sorgusu var. Kitabın içerisinde yaşadığım duyguların çok benzerlerini onun anlatımında da defalarca kez yaşadım.
Yine de Haklı Çıktım…
Kitabı kendi hayatımın da karanlık günlerinden biri olarak hatırlayacağım bir Çarşamba günü bitirdim. Bununla birlikte o gün hafızama attığım 50-60 sayfalık bölümü iyi hatırlamam mümkün değil. Sebep sadece kötü bir gün geçirmiş olmam değildi gerçekten. Tam da başta size neden distopya tüketmediğimi açıkladığımdaki şeyi yaşadım. Başkalarının karanlığı beni boğuyor, mutsuz ayrılıyorum oradan. Sağ olsun yazar burada bana “haklısın, tam olarak bunu yapacağım” demeyi unutmamış. Sondaki ‘yenisöylem’ kısmından haberim olmadığı için “Hâlâ bir umut var!” diye düşünerek okuduğum kitap öyle beklemediğim, öyle kötü bir şekilde bitti ki gerçekten üzüldüm. Daha da Okyanusya’ya gelmem!
Ben kendi yarattığım küçük distopyalarla mutluyum sanırım. Bu harika kitap için George Orwell’a, karanlık 50 yıla ve Özge’ye tekrardan teşekkür ederim.